Avucumuz
Son yıllarda yaşanan olaylara bakıldığında adı konulmamış bir savaşın içinde olduğumuz kesin. Pandemi ile başlayan insan nüfusu azaltma çabaları küresel güçlerin desteği ile tam gaz devam ediyor. Bu işlemi havamızı zehirlemekten tutun katliam boyutlarına varan vahşetle yapıyorlar.

Kur’an’ın ifadesine göre İsrâiloğulları’nın ileri gelenleri Hz. Mûsâ’dan sonra gelen bir peygamberden Allah yolunda savaşmaları için kendilerine bir kral tayin etmesini isterler. Bu peygamber onlara Allah’ın kral olarak Tâlût’u seçtiğini haber verir. Fakat onlar bu göreve kendilerinin daha lâyık olduğunu ileri sürerek Tâlût’un krallığına karşı çıkarlar. Peygamber de onlara Allah’ın Tâlût’u üstün kıldığını, ona ilim ve beden gücü verdiğini söyler; ayrıca onun hükümdarlığının işareti olarak içerisinde “sekîne” ile Mûsâ ve Hârûn ailelerinden kalan eşyanın bulunduğu tabutun (ahid sandığı) geri verileceğini ve tabutu meleklerin taşıyacağını bildirir (el-Bakara 2/246-248). Sonunda Tâlût, Câlût’un (Golyat) ordusuyla savaşmak üzere yola çıkar; askerlerine Allah’ın kendilerini bir nehirle imtihan edeceğini söyler ve nehirden bir avuçtan fazla su içmemelerini ister. Ancak askerlerin çoğu nehrin suyundan bol miktarda içer ve Câlût’a karşı savaşma güçlerini yitirir. Tâlût’un uyarısını dikkate alanlar ise nehri geçip Câlût’un ordusuyla savaşır; Câlût’un karşısına çıkan Dâvûd isimli bir genç onu öldürür (el-Bakara 2/249-251). (https://islamansiklopedisi.org.tr/talut)
Son yıllarda yaşanan olaylara bakıldığında adı konulmamış bir savaşın içinde olduğumuz kesin. Pandemi ile başlayan insan nüfusu azaltma çabaları küresel güçlerin desteği ile tam gaz devam ediyor. Bu işlemi havamızı zehirlemekten tutun katliam boyutlarına varan vahşetle yapıyorlar.
Bir seneden fazla süredir Müslüman coğrafyamızda masumların kanı dökülüyor ve Müslüman camiadan cılız sesler çıkıyor.
Ayette nehir olarak belirtilen imtihan aracı dünyalık servet ve mal olarak bugün karşımıza çıkıyor. Dünyanın nimetlerinden avuç avuç o kadar çok karnımızı doyurduk ki 72 saat boyunca midesine gıda girmeyen Sinvar ve mücahitlerinin halini anlayamaz olduk. Dünyanın nimetlerinden avucumuzdan fazla almaya başladık bir avuç İsrail köpeğine hoşt diyemez hale geldik.
Ticaretten kazanılan paralar avucumuza sığmaz oldu ama İsrail limanlarına gemi gönderildi mi gönderilmedi mi tartışmalarına boğulduk. Şehirleri yakıp yıkan bu münkir münafık soyunun bırakın ülkesine gemi gönderenin mezarına bir tas su koyanın durumunu Kazak Abdal net bir şekilde yüzyıllar öncesinden belirtmiştir.
Lafla peynir gemisi yürütme çabalarından bıkkınlık geldi artık. Soykırım bittikten sonra mezar başında ağıtlar yakarak mı görevlerimizi yerine getireceğiz. Allah biliyor ya kalbimizden hep şöyle geçirdik; devletimiz orayı sahipsiz bırakmaz tünellerden silahlar mücahitler göndererek zalimlerin ümüklerini sıkıyorlardır. Fakat güzey bir heyuladan ibaretmiş hepsi.
Şerefli bir ölüm acziyet içinde beklemekten daha tatlı ve kıymetlidir neslimize. Ne oldu biz bu değerli duyguyu mu kaybettik kendimizi mi kaybettik. Ağalar daha ne zaman kadar kınayıp durumu geçiştireceğiz. Avucunu doldurmamış bir avuç insan yeter bu zulmü sona erdirmek için.
Başından beri bu mesele sadece bir STK ve hareketin tekelinde olmasın diye birlikte hareket edelim denildi. İyi tamam da kardeşler yetmez mi gafletimiz. Bir avuç üniversite gencinin ülke gündemine giren eylem yapma cesareti yoksa bırakınız bu sorumluluk alanlarını.
Şimdi değilse ne zaman İslam dünyasının hamiliğini yapacağız. Şimdi değilse ne zaman ümmetin başında abilik yapacağız. Mazimizin bize yüklediği sorumlulukla ne zaman hareket edeceğiz.
Şimdi değilse ne zaman zalimin karşısına dikilip hakkı tutup kaldıracağız. Gazze’de kaç çocuğun daha ölmesi gerekiyor bizim harekete geçmemiz için.
Şimdi değilse ne zaman kurtulacağız modern sihirbaz olan medyanın katliamı perdelemesinden. Gazze yanıyor bir şeyler yapalım dediğimizde devlet aklı devrede diyen arkadaşlar şunu net belirtelim ki 28 Şubat döneminde devlet aklının çıldırdığını zulme ses çıkarmadığını gördük. Şu anda da dünyanın her tarafından sesler arşa yükseliyorken devlet aklı seyirle yetiniyor.
Vallahi Şehit Yahya SİNVAR gibi liderlerimiz olsa düşmanların koyun sürüsünden bir farkı olmadığı görülecek. Bir avuç imanlı mücahitlerle olacak bu iş. Avucunu dünyalıkla dolduran müteahhitlerin düşman karşısında kendisini güçsüz hissedeceğini yazının başındaki ayetten anlıyoruz.
Dünyaya ölmeye geldik ve adam gibi ölmeyeceksek ehli kitap ne der deyip kendi kitabımızın dediğini yapmayacaksak biz zaten ölmüşüz demektir. Hayatı yok olanların hayat hakkı için hayatın normal akışını durdurmamız gerekmez mi?
Kime anlatacağız derdimizi bilemedik. İcraat yapacaklar bizden daha çok bağırıyorlar dünyada zulüm var diye. Sanki İsrail laftan anlayacak gibi davranıyorlar. Bunlar laftan değil güçten anlar. Bu güç de damarlarımızdaki asil kanda mevcut. Bu güç kalbimizde bulunan imandan coşup taşmakta. Bu güç sahipseniz şayet vicdanınızda.
İnsanlık ölüyor biz ise leş kesildik adeta ne demiş Akifimiz;
Ey dipdiri meyyit, ‘İki el bir baş içindir.’
Davransana… Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok… Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana… Sen böyle değildin.
Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz?
Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz?
Bir başka şiirinde sanki şu anki bizi yazmışa benziyor. Bunun üstüne laf söylemek düşmez bu şiirle yazımızı hitama erdirelim.
Hatıralar / Hadîs Meâl-i Celîli (Safahat)
“Kim müslümanların derdini kendi derdine mâl etmezse onlardan değildir.”
(Hadîs-i Şerîf, Feyzu’l-Kadîr, 6-67)
Müslümanlık nerde! Bizden geçmiş insanlık bile…
Âlem aldatmaksa maksad, aldanan yok, nâfile!
Kaç hakîkî müslüman gördümse, hep makberdedir;
Müslümanlık, bilmem amma, gâlibâ göklerdedir!
İstemem, dursun o pâyansız mefâhir bir yana…
Gösterin ecdâda az çok benzeyen bir kan bana!
İsterim sizlerde görmek ırkınızdan yâdigâr,
Çok değil, ancak, necîb evlâda lâyık tek şiâr,
Varsa şâyed, söyleyin, bir parçacık insâfınız:
Böyle kansız mıydı -hâşâ- kahraman eslâfınız?
Böyle düşmüş müydü herkes ayrılık sevdâsına?
Benzeyip şîrâzesiz bir mushafın eczâsına,
Hiç görülmüş müydü olsun kayd-ı vahdet târumâr?
Böyle olmuş muydu millet can evinden rahnedâr?
Böyle açlıktan boğazlar mıydı kardeş kardeşi?
Böyle âdet miydi bî-pervâ, yemek insan leşi?
Irzımızdır çiğnenen, evlâdımızdır doğranan…
Hey sıkılmaz! Ağlamazsan, bâri gülmekten utan!..
“His” denen devletliden olsaydı halkın behresi :
Pâyitahtından bugün taşmazdı sarhoş na’rası!
Kurt uzaklardan bakar, dalgın görürmüş merkebi,
Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi.
Lâkin aşk olsun ki, aldırmaz da otlarmış eşek,
Sanki tavşanmış gelen, yâhud kılıksız köstebek!
Kâr sayarmış bir tutam ot fazla olsun yutmayı…
Hasmı, derken, çullanırmış yutmadan son lokmayı!..
Bir hakîkattir bu, şaşmaz, bildiğin üslûba sok:
Hâlimiz merkeble kurdun aynı, aslâ farkı yok.
Burnumuzdan tuttu düşman; biz boğaz kaydındayız!
Bir bakın: Hâlâ mı hâlâ ihtiras ardındayız!
Saygısızlık elverir… Bir parça olsun arlanın:
Vakti çoktan geldi, hem geçmektedir arlanmanın!
Davranın haykırmadan nâkûs-i izmihlâliniz…
Öyle bir buhrâna sapmıştır ki, zîrâ, hâliniz:
Zevke dalmak şöyle dursun, vaktiniz yok mâteme!
Davranın, zîrâ gülünç olduk bütün bir âleme,
Bekleşirken gökte yüz binlerce ervâh intikam;
Yerde kalmış, na’şa benzer kavm için durmak haram!
Kahraman ecdâdınızdan sizde bir kan yok mudur?
Yoksa: İstikbâlinizden korkulur, pek korkulur!
13 Haziran 1329
(26 Haziran 1913)