Amin Alayı ve İbretlik Bir Kıssa

Genel Bşk. Yrd. (Teşkilâtlandırma) || 1982 yılında Bayburt’ta doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Ankara'da tamamladı. 2004 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi Eğitim Fakültesi Sınıf öğretmenliği bölümünden mezun oldu. 2004-2012 yılları arasında Bayburt ilinde Sınıf öğretmeni olarak çalıştı. 2012 yılından itibaren Pursaklar ilçesinde öğretmenlik ve yöneticilik yaptı. 2018 yılında Gazi Üniversitesi Eğitim Yönetimi bölümünde Yüksek lisansını tamamladı. Halen Ankara’da sınıf öğretmeni olarak görev yapan Yıldız, evli ve iki çocuk babasıdır.
05.03.2022
1.040
A+
A-

Âmin Alayları, Osmanlı’da çocukların Kuran ve ahlak bilgilerinin öğretildiği ilk mektebe başlarken düzenlenen merasime denirdi. Çocuk genelde 4 yıl 4 ay 4 günlük olunca ilk eğitimi olan Kuran öğrenmeye başlardı. Merasim ise çoğunlukla kandil günlerine denk getirilir, mümkün olmazsa Pazartesi veya Perşembe günü yapılırdı.

Âmin Alayları, Osmanlı’da çocukların Kuran ve ahlak bilgilerinin öğretildiği ilk mektebe başlarken düzenlenen merasime denirdi. Çocuk genelde 4 yıl 4 ay 4 günlük olunca ilk eğitimi olan Kuran öğrenmeye başlardı. Merasim ise çoğunlukla kandil günlerine denk getirilir, mümkün olmazsa Pazartesi veya Perşembe günü yapılırdı.

Halk arasında âmin alayı olarak adlandırılan bu törene “bed’-i besmele cemiyeti” de denilmekteydi. Osmanlı kültürünün zenginliklerinden biri olan Âmin Alayları, mektebe yeni başlayan çocukların okul korkusunu giderme, çocuklara okuma isteğini aşılama ve çocukları arkadaşlarıyla kaynaştırma gibi önemli pedagojik faydaları vardır. Diğer taraftan bu merasimlerin çocuklarda okuma, anne ve babalarda ise, okutma arzusunu tetiklediği söylenebilir. Bu törenler sayesinde çocuk, aile içinde olduğu gibi, cemiyette de yeni bir statü kazanırdı. Bu merasimlere verilen büyük ehemmiyet, İslâmî terbiye anlayışında mektebe ve öğretmenlere verilen değeri açıkça ortaya koymaktadır.

Âdete uygun olarak okula başlayacak çocuğun ailesi bir gün önceden mektebin hocasına haber gönderirdi. Hoca da merasim günü çocukları sıraya dizer, öndekiler yüksek sesle ve koro halinde ilâhiler okuyarak, arkadakiler de beyit aralarında “âmin!” diye bağırarak neşe içinde çocuğun evine gelirlerdi.

Mektepten hareket eden âmin alayı eve doğru yaklaşırken çocuk kapıda bekletilir, âmin alayı eve gelince hoca dua eder, arkasından herkes “âmin!” derdi. Daha sonra çocuk, önceden süslenerek hazırlanmış bir arabaya veya “midilli” adı verilen ata bindirilir ve ilâhiler söylenerek çıkılırdı. Kafilenin önünde iki kişi atlastan yastık üzerinde cüz kesesi ile elifbâyı, arkasındaki, çocuğun mektepte oturacağı minderle okurken üzerine cüzünü koyacağı rahleyi taşır; onun arkasında çocuğun oturduğu araba veya midilli, sonra ikişerli sıra halinde mektebin hocası, ilâhiciler ve âminciler yürürlerdi. Çocuğun ailesi ile davetliler ve halk kafilenin arkasında giderlerdi. Şehrin sokaklarında bu şekilde bir müddet dolaşılarak çocuk mektebe getirilirdi. Yine usulüne uygun olarak hocasından ilk dersini aldıktan sonra onun ve davetlilerin ellerini öper, talebelerden birisi “aşr-ı şerif” okur ve hocanın yaptığı dua ile tören biterdi. Âmin alayı, bazan sokaklarda bir müddet dolaştıktan sonra çocuğun evine gelir ve ilk ders orada verilmek suretiyle tören tamamlanmış olurdu. Tören sonunda çocuğun ailesince hazırlanmış yemekler yenilir, hocaya, kalfaya, ilâhi okuyan ve âmin alayına katılan bütün çocuklara hediyeler ve harçlıklar dağıtılırdı.

Âmin alaylarının önemli bir pedagojik değer taşıdığı ve bilhassa çocuklarda büyük bir okuma arzusu uyandırdığı muhakkaktır. (1)

Bed-i Besmele törenleri 20. yüzyılın başlarına kadar devam etti. O günleri eserlerinde anan isimlerden biri de Yahya Kemal. Yazar bu merasimi hatıralarında şöyle anlatıyordu: «Mektebe başlayışım yapıla gelen geleneğe tamamıyla uygun oldu. Erkenden birinci öğretmen Sabri ve ikinci öğretmen Gani Efendiler bizim selamlığa geldiler; çarşıdan bana salavatlı bir divit, boyundan geçirilir, sırmalı bir cüzdanlık alınmıştı. Gani efendi kalem açtı, divitin mürekkebine batırdı. Bir «Rabbi Yessir» yazdı. Sonra üstüne şeker döktüler, bana o yazının mürekkebini şekerli şekerli yalattılar. Dışarıda, bahçede, meydanda bekleyen mektep çocuklarına birer külah şeker dağıtıldı. Nihayet bu çocuk kafilesi; «Şol cennetin ırmakları» ilahisini beraberce söyleyerek yola düzüldüler. Davetliler vardı, onlar şerbet içtiler, kuşaklarını ve ceplerini şeker külahlarıyla doldurdular, o aralık galiba ürkmeyeyim diye beni bir araba ile ayrı bir yoldan mektebe ilettiler. Annemin hazırlamış olduğu bir şilteyi, muallim Gani Efendi›nin hoca makamı olan kavis, mihrabımsı yerin arkasına koydular. Eğitim dünyasına girişimin ilk günü budur.»

Halide Edip de Bed-i Besmele töreniyle okul hayatına başlayanlardan. Altı yaşında okula başlayan Halide Edip’in o günü anlatan satırlarından tören öncesinde evde yaşanan tatlı telaşe karşısında çocukça bir sevinç duyduğu anlaşılıyor. İpekli entarilerle ‘elif’ ile başlayan okuma serüvenini ise şöyle anlatıyor: “Ablama da bana da gayet süslü, ipekli entariler giydirdiler, başımızı örttüler. Sonra bizi köşedeki hocanın önüne oturttular. Hoca, rahlenin üstünde duran az yapraklı bir kitabın ilk sahifesini açtı. Şahadet parmağını sahifenin başını kapayan, karışık bir sayfanın üstüne koydu. Biz de bu kalın sesini takip ederek «Besmele» ve «Elif» dedik. Ablam değil amma ben ilk defa o gün okumağa başladım. Çünkü o daha evvel mektebe gittiydi.”

Kültür ve siyaset adamı Hasan Ali Yücel de Geçtiğim Günler adlı hatıratında bed-i besmele törenini anlatıyor. Yücel ilk hocasına duyduğu saygıyı anlatırken, “En küçük bir hayal kırıklığına uğramadım. İlk hocam bana her zaman şeyhülislâmlardan daha üstün göründü” diyor. O günü ise şu sözlerle anıyor: “Babam: ‘Âli, öp Hoca Efendi hazretlerinin elini, müsaade buyururlarsa ondan “Besmele” diyeceksin.’ Hemen kalktım; yine yüzü gülüyordu, elini uzattı, yumuşacık bir el, öptüm. ‘Berhudar ol, evladım. Âli Efendi’yi ne zaman bana teslim edeceksiniz, beyefendi?’ diye sorunca babam ‘Yarın’ cevabını verdi. ‘Yarın salı değil mi efendim? Onu iki gün sonra lütfedip getirseniz. Perşembedir mübarek gündür. Alışmak için daha iyi olur. O da inşallah hem-namı gibi büyük âdem olur.’” (2)

Velhâsıl, bir bayram havası edasıyla icra edilen bu merasimlerin, kişilerin hafızalarında önemli bir yer tuttuğu muhakkak. Pedagojik açıdan da eğitimin ilk günü, daha yolun başında iken yapılan böyle bir merasimin, çocukları mektebe ısındırma ve ilme azimli bireyler hâline getirme konusunda ne kadar yardımcı olabileceği ise ayrıca incelemeye değer.(3)

Konumuza ibretlik bir kıssa ile son verelim:

Artısıyla eksisiyle bir döneme damgasını vuran devlet adamlarımızdan merhum Turgut Özal, milli değerlerine sıkı sıkıya bağlı olan Japonların Batı’ya meydan okuyan ilerleyişi karşısında, 1980’li yıllarda Japon eğitim sistemine ilgi duyar. Bu sebeple inceleme ve araştırma yapmak üzere bir Japon Pedagog heyetini Türkiye’ye davet eder. Alanında uzman olan bu Japon heyeti, ülkemizin çok değişik yerlerinde inceleme ve araştırmalar yapar. Görüşme ve temaslarda bulunur. Sonra da bütün bu faaliyetlerin sonuçlarını takdim etmek üzere, zamanın Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler ’le birlikte Başbakan Turgut Özal’ın huzuruna çıkar. Eğitim alanında Uzman olan Japon heyetinin kararı kısa ve kesindir. Derler ki:

“Sizin gençlerinizde milli şuur yok.”

Bu karar; Başbakanlıkta bulunan Türk yetkililer üzerinde bomba tesiri meydana getirir ve büyük bir şok yaşatır. Biraz şaşkınlık, biraz da hayret içinde:

“Nasıl yani…?” diyerek şu soru sorulur:

“Peki siz Japonlar, gençlerinize milli şuur verme adına ne yaparsınız? Hangi programı, nasıl uygularsınız?”

Bunun üzerine Japonlar ilginç, ilginç olduğu kadar da bizim açımızdan acı acı düşündürücü olan şu cevabı verirler:

“Biz, sizden aldığımız “ÂMİN ALAYI“ (Osmanlılarda çocuğun yaşı 4 yıl, 4 ay, 4 gün olunca Âmin Alayı denen bir törenle eğitime başlatılırdı. Anlaşılan Japonlar bunu alarak kendilerine uyarlamışlar) ile eğitime giriş yaparız. Ve ilk eğitime şok testler uygulayarak başlarız. Bu çocukları uçak kadar hızlı giden trenlere bindirir ve çok katlı yollardan geçiririz. En üstün teknolojiyle ve robotlarla çalışan dev fabrikalarımızı gezdiririz. Bu baş döndürücü teknoloji karşısında sarsılan ve şok olan çocuklarımıza deriz ki:

“Gördüğünüz bu hızlı trenleri ve üstün teknolojiyi sizin atalarınız yaptı. Eğer siz daha çok çalışırsanız, daha hızlı giden ulaşım araçları yapar; daha üstün teknoloji meydana getirir, daha gelişmiş ve modern fabrikalar kurarsınız.” Daha sonra bu çocukları Hiroşima ve Nagazaki’ye götürüp gezdiririz.

II. Dünya savaşında atom bombasıyla yerle bir edilen bu bölgeleri biz, gelecek nesillere ibret olsun diye aynen koruruz. Buraları çeşitli bilgiler vererek onlara gezdirir ve gösteririz. Atom bombasıyla hiçbir canlının ve bitkinin yaşayamaz hale geldiği bu yerleri çocuklarımız büyük bir dikkat ve hayretle seyrederler. Bu gördükleri şeyler onların taze hafızalarında hiçbir zaman silinmeyecek derin izler bırakır. Ve yine deriz ki:

“Eğer siz çalışmazsanız, vatanınızı korumaz, milletinizi sevmezseniz, birlik ve dirlik içinde olmazsanız: işte böyle düşmanlar sizin ülkenizi bombalar, yakar, yıkar ve yaşanmaz bir hale getirirler. Ama çalışırsanız, güçlü olursanız düşmanlar size saldırmaya cesaret edemezler. Vatanınız yücelir, milletiniz yükselir. Dünyadaki bütün İnsanlar size saygı duyarlar. Artık çalışmak ve çalışmamak konusunda kararınızı siz verin…”

Bu ikinci şokla çocuklarımız kendilerine gelerek iyi ve çalışkan bir Japon olmaya doğru ilk adımı atmış olurlar. Böylece de MÎLLÎ BİR ŞUUR kazanırlar.’

Tam bu sırada orada bulunan Türk yetkililerinden biri:

‘İyi de bizim Hiroşima ve Nagazaki’miz yok ki’ der.

Bunun üzerine Japonlar der ki:

“Sizin binlerce Hiroşima ve Nagazaki gibi değerleriniz var. Bizimkilerden çok daha etkili ve tesirli tarihi bölgeleriniz var. I. Dünya Savaşı içinde meydana gelen ve bir metre kareye altı bin merminin düştüğü Çanakkale zaferinin kazanıldığı bu bölge: çocuklarınız ve gençlerinizin şok olması için yeter de artar bile…”

Dünyanın en gelişmiş ve en güçlü ordularına karşı ve üs tün teknolojiye rağmen Türkler olmazları olduruyor ye bütün dünyayı hayretler içinde bırakan bir zafer kazanıyorlar. İmanın, azmin ve iradenin tekniği yendiğini ispatlıyorlar. Bütün dünyaya meydan okuyorlar.

İşte sadece bu olay, bu bölge ve bu zafer dahi gençlerinizin milli şuur kazanmalarına yetecek mahiyettedir. Bu sebeple gençlerinizi gruplar halinde Çanakkale’ye götürüp gezdirmelisiniz. Her Türk genci Çanakkale savaşlarının olduğu bölgeyi mutlaka gezerek görmeli ve öğrenmelidir. Daha sonra onlara demelisiniz ki Sizler birlik ve beraberlik içinde çalışmazsanız, güçlü ve kuvvetli olmazsanız, düşmanlar yine Çanakkale’ye gelirler. Ülkenizi işgal eder ve öz yurdunuzda hür yaşamayı size çok görürler. Ama çalışırsanız, birlik ve dirlik içinde olursanız, teknolojiyi yakalarsınız. Ülkenizi kalkındırır ve müreffeh bir hale getirirsiniz.

Gençlerinize bunları telkin ettikten sonra, bu zaferin destanını en iyi şekilde ifade eden Mehmet Akif’i ve Safahatını okutmalısınız…’

Japonların verdikleri bu ibretli ve acı ders, bizim İçin çok manidardır. Bu tablo bize, maalesef yen içinde kolumuzu kaybetmişiz de haberimiz yok dedirtmektedir ve kafalara dank eden düşündürücü manzaramızı sergilemektedir.(4)

Bizler mükemmel bir medeniyet ve tarihe sahipken; bu kıssa kültürümüze ve tarihimize ne kadar yabancılaştı(rıldı)ğımızın acı bir tablosudur.

Gül bahçesinin dikenlerine odaklanmak yerine, bahçenin güzel güllerine odaklanma zamanı gelmedi mi?

Rabbim bizlere şuurlu, kültürünü ve tarihini bilen bir nesil yetiştirmeyi nasip eylesin. (Amin)

Kalın Sağlıcakla…

Yavuz YILDIZ
Genel Başkan Yardımcısı

KAYNAKÇA:

1.      https://islamansiklopedisi.org.tr/amin-alayi (Mustafa ÖCAL)

2.      https://www.yenisafak.com/hayat/besmele-ve-elifleokula-ilk-adim-3506263

3.      https://www.bidunyahaber.org/osmanlida-mektebe-baslama-amin-alayi/

4.      https://www.birazoku.com/destanlasan-canakkale Destanlaşan Çanakkale (Mustafa TURAN)

maarifim banner
YAZARIN SON YAZILARI
BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.